(ANILAR TEKRAR YAŞANIRSA GÜZEL VE UNUTULMAZ ANILAR OLUR)
Çocukluğumuzda yaşadığımız bazı hatıraları ve olayları zamanı geldikçe kolayca hatırlarız.Aradan çok uzun zaman geçmesine rağmen bazen öyle anlar olur ki “ aaaa ben çocukluğumda,gençliğimde yada öğrenciliğimde; dedemle, ninemle, dayımla,amcamla, annemle yada babamla oraya gitmiştik.Ah ne güzel bir anıydı.” deriz. Gözlerimiz dolar, duygusallaşırız.. Nasılsa bazı hatıralar yada anılarımız beynimizin bir köşesinde sanki belleğe depolanmış gibi durmakta ve uygun zaman ve mekan geldiğinde adeta yayına başlamaktadır. Bazen küçük bir kıvılcım bunları hatırlamamıza sebep olur.
Geçtiğimiz günlerde, bir haftasonu Çukurbağ Yarımadasında kayaların üstüne uzanmış, sigaramı tüttürüp, mutlulukla çayımı yudumlarken, Torosların muhteşem görüntüsünü, Asaz Dağını, Eren Gediği’ni, İzne’yi, Mumuda’yı,Baldıraz’ı, Yeniköy’ü, Kapapıynarı, Çapalık’ı, Gökseki’yi,Çetikli’yi, Gemibatan’ı, Gedife Tepesi’ni sanki bir film seyreder gibi seyrediyordum.Kim bilir bu yerlerin kimlerde ne acı yada tatlı hatıraları vardır.?. Bugüne kadar kimlerin ayak izleri yer aldı bu güzel yerlerde! Bende çocukluğumda bu yerlerde çok dolaşmıştım. Tabii o yıllarda buralarda şimdilerde ki gibi o kadar çok insan ve ev yoktu.Evler genellikle dam şeklindeydi.
3 yaşında tombul bir çocuktum. Dedem Mehmet Aydın (Rahmetli babamın babası, bu vesile ile tüm ölmüşlerimizi rahmet ve minnetle anıyorum. Mekanları cennet olsun) bir Cuma günü bizi ziyarete gelmişti. Daha sonraları Cuma günlerinin önemli bir gün olduğunu öğrenecektim. Zira Kaş’ın köylerinde yaşayan köylüler genelde Cuma günü Kaş’a gelirlerdi. Cuma günü hem Cuma namazlarını Kaş’ta kılarlar, hem de köyde kendi ürettikleri yumurta, tereyağı, yoğurt, süt, tavuk gibi ürünlerini satarlar, hem de evlerinin ihtiyaçlarını toz şeker, margarin yağ, tuz,çay,pirinç,sigara,kibrit gibi malzemeleri satın alır, ya bir çuvala yada bir heybeye koyar, eşeği yada atı olanlar eşeğine yada atına yükler, atı ve eşeği olmayanlarda çuvalı yada heybeyi sırtına aldığı gibi genelde öğleden sonra köylerinin yolunu tutarlardı.
Dedem Cuma namazını kılmış, ihtiyaçlarını almış ve o zamanlar kışın oturdukları Mumuda’ya gitme zamanı gelmişti.Geçen haftada ziyaretimize gelmiş ve bu hafta beni de Mumuda’ya götüreceğini söylemişti.Annem ve babamda kabul etmişlerdi.Hayal meyal hatırladığım -şimdi daha iyi biliyorum- Bucak Denizi yoluna koyulduk. Beni omuzuna almıştı. Tozlu yolda yürüyerek, Akçagerme’ye vardık. Buradaki kuyudan kovayla su çekerek suyumuzu içtik.Patika yollardan zeytin ağaçlarının arasından geçerek, Gökseki’de bir tanıdığın evinin önünde mola verdiğimizi hatırlıyorum ama o yaşlarda kim olduğunu hatırlayamıyorum. Moladan sonra yokuş yukarı yürümeye devam ederek, Dayak denilen bir vadiye geldik.Daha sonraları Dayak isminin vadiden yukarı çıkmak için kullanılan pıynar ağacından kesilerek yapılan ahşap merdivenden geldiğini anlayacaktım. Vadiden yağan yağmur sularının oluşturduğu dere gürül gürül akıyordu. Ne zaman Gemibatan’dan geçsem, o vadiye bakar, eski günleri yad ederim. Sanırım İkindi namazı zamanı gelmişti. Dedemin akan bu dereden abdest aldığını, namazını kıldığını , benim de ona uyduğumu hayal meyal hatırlıyorum.Daha sonra dedemin beni bu dayakdan omuzuna alarak yukarıya çıkardığını, yukarıda bana “ oğlum Mustafam! Ben şimdi seni burada bırakacağım. Aşağıya ineceğim ve çuvalı çıkaracağım. Sen burada beni bekle.Sakın bir yere kıpırdama” dediğini hatırlıyorum.Öylede yapmışım, yoksa aşağı düşer ve bu yılları göremezdim. Zira çok uçurum bir yerdi.
Daha sonra yine bazen yürüyerek, bazen dedemin omuzuna almasıyla Mumuda’ya vardık. Burada ninemin beni kucağına almasını, bağrına basmasını, yüzümden ve gözlerimden öpmesini hala dün gibi hatırlıyorum.Ninemin ve dedemin çok nurlu yüzleri vardı.İnsana sevgi ve şefkat yansıtıyorlardı.
Ninemin kuyudan kovayla su çekişini, yalakta ineklerini ve keçilerini sulamasını, tavuklarına “ gel bili bili gel” diyerek yem vermesini ve benimde dedemin kucağında bunları izlememi hatırladım. Dedemin dışarıdan getirdiği odunları ocaklıkta ninemin çırayla tutuşturup, ateş yaktığı, bu ateşe koyduğu tencerede ninemin yemek pişirdiğini, karanlığın çökmesiyle gaz lambasının yanışı, ocağın önünde konulan sinide yufka ekmek ile akşam yemeği yiyişimiz, dedemin ve ninemin evlerinin yakınında bulunan köy camii den okunan akşam ezanıyla ninemin evde, dedemin beni de yanına alarak küçük camide namaz kılışımız.Hatırladığım camiinin minaresi yoktu .Sadece ağaçlardan kesilmiş direklerle yükseltilmiş bir yerden ezan okunuyordu.Cami tek odalı küçük bir yerdi.Bugün bile hala ayakta durmaktadır.
Dedemin evi ile Camiinin arasında harman diye bir yer vardı ve camiinin etrafı çalılarla harımlanmıştı.Harımdan ahşap bir merdivenle camiye gidilirdi. Harmanda insanlar toplanır ve sohbet ederlerdi. Dedemin beni sabah namazına götürmesini de hala hatırlarım. Kış aylarında dedemgil Mumuda’da , yazında havaların ısınmasıyla yayla olan Gökçeören (Seyret) köyünde Dutluavlu ve Sıtmalımuğar denilen yerde yaşarlardı.
Daha sonraları bir çok defa Mumuda’ya gidecektim.Bazen aynı yoldan, bazende Gemibatan’dan çıkan patika yolla. Burada çok güzel günler geçirecektim. Mumuda’nın enfes bir manzarası vardır.Tepelerden sanki bir uçaktaymışsınız gibi Akdeniz’in ve Adaların görünümü vardır.Tabii hiç bir şey eskisi gibi olmuyor.Aynı lezzeti ve aynı hazzı alamıyoruz.
Zaten hayat dediğimiz “ bir varmış bir yokmuş gibi “ başlayan masal gibi değil mi? Bugün varız yarın yokuz. Hayat bir gün gibi sanki, Bir gece ve bir gündüz.Doğan güneşle başlayan ve batan güneşle biten bir gün gibi.Önemli olan ölümden sonraki Ebedi Hayat derdi büyüklerimiz.
Bütün bunlar bir film şeridi gibi geçti gözlerimden. Yaşlı ve duygusal gözlerle baktım o muhteşem yerlere.Adeta cennette yaşıyoruz. Sanırım artık tam duygusallaştık. Yüce Allahım hem o günlerime hem de bu günlerime , verdiğin ve vereceğin tüm nimetlere, sağlığa ve hayata şükürler olsun demekten başka bir şey kalmıyor.