Başarı ve kazancın en önemli sırrı cesarettir. Cesaret sonradan kazanılmaz var olan cesaret, toplum, aile ve eğitimle arttırılabilir.
Bazı insanlar genetik olarak pısırık, korkak olarak doğarlar, ailesi onu korkutarak cesaretini kırarsa o insanlar ömür boyu korkak olarak yaşarlar. Hayat bir mücadele, bir savaş alanıdır, orada korkaklar hep silik ve saklanarak yaşarlar. Cesaretli insanlar başarılara imza atarlar, hayatta çoğu zaman kazanırlar. Atalarımız “ korkak bezirgan ticaret” yapamaz “ derler. Toplumlarda erkeklerin daha cesur olduğuna ilişkin bir kanı vardır. Bu annelerin oğlanlarını “ erkek gibi “ yetiştirmelerinden kaynaklanır. Önceki dönemlerde anneler oğlan çocuklarını “ neslini devam ettirecek ve kendisine yarınlarda bakacak “ bir adam gibi yetiştirirlerdi. Günümüzde anneler oğlan çocuklarını “ korkak “ yetiştirmektedir. Sosyal ortamın kötü olmasından dolayı oğlan çocuklarına “ karışma, bulaşma, ilişme” gibi öğütler verilerek büyütülmektedir.
Eğer cesaret varsa bir kedi bir aslana, bir kaplana büyük bir köpeğe kafa tutabilir. Toplumlarda cesur insanlar başkaları tarafından desteklenmediğinden ve itibar görmediklerinden kabuklarına çekilmiş gibidirler.
GÜVEN
Toplumlarda güven duygusunun azalması ve güvenin kötüye kullanılması öfkeye yol açar. Öfke de sevgi gibi olağan bir insan davranışıdır.
Yas ( matem) sevginin sonucudur, sevgi engellenmiyorsa insanların yası- matemi de engellenmemelidir. İnsanların başkalarına zarar vermeden öfkelerini ve acılarını yaşamaları ve onları dışarı çıkarmaları gerekir. Dışarı atılamayan öfkeler ileride çok kötü olaylara veya önemli sağlık sorunlarına yol açabilir. Paylaşılmayan sevgiler de kalplerde küllenir ve azalır. İltifat almayan yetenekler ve çabalar da ileride kaybolur.
Acıların azalması, sevinçlerin ve yeteneklerin artması için başkalarıyla paylaşılması gerekir.
LAF
Laf taşıyan kişinin gönlü çok yorulur. Eskiden insanlar “ taş taşı, demir taşı ama laf taşıma “ derler.
Laf taşımak ahlaki yönden düşük ve insanlıktan cahil kişiler tarafından yapılan kötü bir davranıştır.
Bir karıştırıcı mikser gibi davranan ve her yeri karıştıran insanlar çoğalmıştır. Başkalarının kötü olmasından, acı çekmesinden büyük zevk alan psikopat ruhlu insanlar vardır. Ülkemizde bölge; aşiret, mahalle baskısının ortadan kalkmasından, günah duygularının zayıflamasından dolayı kara vicdanlarıyla laf taşıyan, insanların arasına nifak sokan insanlar daha serbest hale geldi.
Mikser ve yanardöner insanlardan uzak durmak ve onları kötülükleriyle baş başa bırakmak en iyi yol sayılır.
TAHİN FAYDALARI
"TAHİN" vücuttaki zehri yok edebilen tek besin! Öyle ki balıktan sonra helva yenilmesinin bile amacı balıktaki ağır metalleri yok etmek içindir.
Gelelim diğer faydalarına;
1-) Damar sertliğini ve tıkanmalarını engeller.
2-) İdrar söktürücüdür.
3-)Cildi güzelleştirir.
4-) Bağışıklık sistemini güçlendirir.
5-) Göz sağlığı için hayati önem taşır.
6-) Kemik gelişiminde, yapısında bulunan bazı maddeler nedeniyle oldukça faydalıdır.
7-) Safra taşlarının düşürülmesinde, nefes darlığı ve bronşite faydalı olduğu bilinmektedir.
8-) Anne sütünü arıtıcı özelliği bulunmaktadır. Çocukların beyin ve zeka gelişiminde etkilidir.
9-) Vücuda alınan ağır metaller, zehirli bileşikler, radyasyon ve bazı ilaçların yarattığı toksinlere karşı koruma sağlar.
10-) Yaşlanmaya bağlı hafıza kayıplarının (Alzheimer) önlenmesinde olumlu etkisi olduğu kanıtlanmıştır.
Kendine has özel bir kokusu olan tahin, suyla temas etmedikçe uzun zaman bozulmadan saklanabilir. E, C ve B vitaminleri açısından zengindir. Hücre yapısının bozulmasını engeller. Yaraların iyileşmesini hızlandırır.
TAHTACILAR
Torosların Adana’dan başlayıp Muğla’ya kadar devam eden Akdeniz hattı ile Aydın, İzmir, Çanakkale Kaz Dağları hattındaki ormanlarda ağaç kesim işlerini yapan topluluklara Tahtacılar denir. Günümüzde geçimlerini sürdürmek için daha çok kasaba ve şehirlere yerleşmişlerdir.
Selçuklu beylikleri dönemine kadar uzanan Tahtacıların tarihi ve kimlikleri hakkında farklı görüş ve değerlendirmeler olsa da Osmanlı tersaneleri ve inşaatlar için ağaç kesip tahta biçtikleri ve bu ağaç işleri mesleğini Cumhuriyette de devam ettirdikleri açık bir kesinliğe sahip. Tahtacılar, yaptıkları işin gereği olarak ormanlık bölgelere yerleşmişler, neredeyse bin yıldır ormanın dünyasının bir parçası olarak çadırlarda yaşamış ve özellikle Osmanlı merkezi idaresinden uzak durmaya çalışmışlardır. Tahtacıların gerek Osmanlı gerekse Cumhuriyet devletinden uzak durmalarının temel gerekçesi, Alevi ya da daha doğru bir terimle Kızılbaş olmalarındandır. Süha Arın’ın belgeselinde konuşan orman işçisi Ali Şimşek "Bize genel olarak Tahtacı diyorlar. Tahtacı deyince bazı çevreler öcü görmüş gibi bunu başka bir tanımla değerlendiriyorlar” diyerek, bu tarihsel sorunun toplumdaki kökleşmiş algısını ifade ediyor.
Bir ağacı kesebilir mi insan?
Süha Arın öğrencisi Nesli Çölgeçen ile birlikte 1979'da Antalya Elmalı kazası bölgesindeki Tahtacılarla ilgili bir belgesel yapar. Belgeselin masrafını tamamen cebinden karşılayan Arın, filminin adını “Tahtacı Fatma” koyar.
“Benim adım Fatma Şimşek. İlkokulu bitirdim. 12 yaşındayım. Babam tahtacılık yapıyor…” diyen Fatma’ya yönelen kamera bize, Fatma’nın ve naylon çadırlarda yaşayan Tahtacıların ağır iş hayatını yalın, doğal diyaloglar yoluyla anlatır. Bir orman işçisi “Var mı pulun, cümle alem kulun. Yok mu pulun, cehennemdir yolun” diyerek başladığı yokluk ve yoksunluk anlatısına “Ama işçi iki yerde göz önüne alınıyor. Birisi harpte, birisi seçimde, birisi de devlet angaryasında. Sigortamız yok, sendikamız yok, haklardan mahrumuz, bir ilk yardım çantası bile vermiyorlar… Çocuklarımızı okutmasını bilmiyor muyuz? Ama nasıl okutalım?” diye devam eder.
Harp, seçim, angarya…sade, doğrudan ve net bir tespit!
Belgeseli ilk izlediğimde dikkatimi en çok ormanda yaşayan o yoksul insanların düzgün konuşmaları, hayata dair farkındalıkları, sorunlarını ifade edişlerindeki neden sonuç ilişkisini kurmaları çekmişti.
Süha Arın, "Tahtacı Fatma" belgeseli üzerine yaptığı söyleşide şöyle diyor: “Beni ve ekibin diğer elemanlarını şaşırtan en önemli olgulardan biri de o kadar aydın fikirli, o kadar ileri görüşlü insanlardı ki, donup kaldık hepimiz. Açık fikirliler. Sorulara net cevaplar veriyorlar. Kendilerini çok iyi yetiştiriyorlardı. Sürekli okuyorlardı. Ve sürekli tartışıyorlardı. Türkiye gündemini takip ediyorlardı. Dünya gündemini izliyorlardı. Bu bizi çok etkiledi. Çekimlerdeki konuşmalar tamamen doğaçlamadır.”
Arın’ın ilk belgeselinden 35 yıl sonra “İki Ağaç İçin” adlı bir başka belgeselde Tahtacı Fatma evlenmiş, Elmalı’ya yerleşmiş, iki yetişkin çocuk sahibi olmuş halini izliyoruz. "Büyüklerimiz semah döner, bizler oyun oynardık" diyen Fatma, ormanın güzel olduğunu, özgürlük olduğunu söylüyor. "Bir ağacı kesebilir misin? Kesemezsin! Biz orman işletmesinin bize gösterdiği yaşlı işaretli ağaçları keserdik."
Bir tarafta “Orman yangınlarında bize yangın var diye söylenmesine lüzum yok. Bir menfaate dayanarak değil, içimizden ormana karşı gelen bir sevgiye dayanarak orman yangınlarına gideriz. Ben o ormandan çoluğumun çocuğumun nafakasını alırım. Orman benim için hazine” diyen Fatma’nın ormana, doğaya bakışı; diğer tarafta ormanları taş ocakları, mermer ocakları, madenler ve özellikle de otel inşaatları için kesenlerin, yakanların bakışı.
Bir ağacı kesebilir mi insan?
Bu denli kokuşmuş ve çürümüş bir dünyada Tahtacı Fatma’nın bu sözü müstehzi gülümsemelerle karşılanabilir, naif görülebilir. Öyle ya; lümpenleşmiş sermayenin ve politikacıların ahtapot dünyasında ne önemi var ki bu sözün?
Hayır!
Yaşamak zorundayız; doğamızı, havamızı, suyumuzu, ağacımızı, börtü böceğimizi korumak zorundayız. Onlarla varız biz.
Sermaye odaklı politikaların insana ve doğaya düşmanlığının ulaştığı merhametsizliğini, sevgisizliğini, sömürüsünü ve alabildiğine yıkıcılığını tüm çıplaklığıyla ortaya seren bu sözü savunmaktan gayrı gideceğimiz bir yer yok!
Yürek yakan bunca olayların yaşandığı ülkemizde ormanın bir dünya ve Tahtacıların da o dünyanın bir parçası olduğunu doğal haliyle anlatan "Tahtacı Fatma" belgeseli, kurumuş dudaklarımızı ıslatan bir su gibi ferahlık sağlıyor.
Alıntı
YAPAY ZEKAYA SORDUM.
İnsan hayatı biyolojik ve sosyal yönden kaça ayrılır ?
CEVAP ;
- İnsan hayatı, hem biyolojik hem de sosyal açıdan çeşitli bölümlere ayrılabilir. Bu bölümler farklı disiplinlerde değişiklik gösterebilir, ancak genel bir bakış şöyle olabilir:
Biyolojik Açıdan Hayatın Evreleri:
1. Doğum Öncesi Dönem (Prenatal Dönem)
• Zigot, embriyo ve fetüs aşamalarını içerir.
• Döllenmeden doğuma kadar geçen süreyi kapsar.
2. Bebeklik Dönemi (0-2 yaş)
• Hızlı fiziksel büyüme ve bilişsel gelişim dönemi.
• Bağlanma davranışlarının oluştuğu kritik bir evre.
3. Çocukluk Dönemi (2-12 yaş)
• Motor becerilerin gelişimi, dil öğrenimi ve temel sosyal becerilerin kazanımı.
• Okul dönemi ve bilişsel gelişim hızlanır.
4. Ergenlik (12-20 yaş)
• Hormonların etkisiyle fiziksel değişim (ergenlik), kimlik arayışı ve duygusal gelişim.
• Beyinde kritik düşünme ve karar verme mekanizmaları gelişir.
5. Yetişkinlik (20-40 yaş)
• Fiziksel olgunluk, meslek ve aile kurma gibi hedeflere yönelme.
• Fiziksel sağlık genelde zirve yapar.
6. Orta Yaş (40-65 yaş)
• Fiziksel gerilemelerin başladığı, ancak deneyim ve bilgelik açısından zirveye ulaşılan dönem.
• Aile sorumlulukları ve kariyer sonlanma yaklaşımları.
7. Yaşlılık (65 yaş ve üzeri)
• Fiziksel ve bilişsel gerilemelerin arttığı dönem.
• Yaşamın anlamı, ölüm ve hayatın muhasebesi üzerine düşünme.
Sosyal Açıdan Hayatın Evreleri:
1. Bağımlılık Dönemi (Bebeklik ve Çocukluk)
• Aileye bağımlılık, temel sosyal normların öğrenimi.
2. Eğitim Dönemi (Çocukluk ve Ergenlik)
• Okul, akran grupları ve sosyal kimlik gelişimi.
3. Mesleki ve Aile Kurma Dönemi (Genç Yetişkinlik)
• Kariyer, evlilik ve çocuk sahibi olma gibi sosyal rollerin ön plana çıktığı evre.
4. Olgunluk ve Toplumsal Sorumluluk Dönemi (Orta Yaş)
• Aile ve topluma katkıda bulunma, genç nesillere rehberlik etme.
5. Emeklilik ve Yaşamın Değerlendirilmesi (Yaşlılık)
• Çalışma yaşamından çekilme, geçmişin muhasebesi ve sosyal bağlantıların korunması.
Özet:
Biyolojik evreler daha çok fiziksel ve bilişsel değişimleri kapsarken, sosyal evreler insanın toplum içindeki rollerine ve ilişkilerine odaklanır. Bu iki kategori genellikle birbiriyle iç içe geçmiş şekilde ilerler. Takipcilerim
ZİYARET ÜZERİNE.
Ziyaret karşıdaki kişiye verilen değeri, sevgi ve saygıyı gösteren bir davranıştır. Bütün hak dinlerde ve iyilik öğretilerinde akraba, dost ve arkadaşların birbirini ziyareti ve hediyeleşmesi öğütlenir.
“ An beni, istersen çürük bir goz ( ceviz) ile atasözü bu durumu en güzel anlatan sözlerdendir. Aynı coğrafyada yaşayan, aynı kültürü almış veya benzer dert ve sıkıntıları yaşayan kişilerin birbirlerini ziyaret ve sohbet etmelerini psikoloğlar bir terapi olarak kabul etmektedir.
Biz de bu gün hemşeriler Ahmet Emin Filiz, M.Şeref Ok, Mehmet Çevik ile yerel tarihçi ve Kaş bölgesinin en çok kitap okuyan aydın insanı Mehmet Keskin abimizi Antalya- Doğu Garajı semtindeki Etnoğrafya müzesi gibi evinde ziyaret ettik.
Geçmiş dönemdeki eski hayatlardan ve hatıralardan konuştuk, genelde tarih konularıyla ilgili derin bir sohbet oldu.