Sevgililer Günü’nün kökeni, Roma dönemine kadar uzanır. En yaygın anlatıya göre, İmparator II. Claudius, askerlerinin evlenmesini yasaklamıştı çünkü bekâr askerlerin daha iyi savaştığını düşünüyordu. Ancak Aziz Valentine, bu yasağa karşı gelerek gizlice evlilikler kıydı. Yakalanınca hapse atıldı ve idam edildi. Rivayete göre, hapisteyken gardiyanın kızına aşık oldu ve ona “Senin Valentine’in” diye imzalanmış bir mektup bıraktı. Bu olay, günümüz Sevgililer Günü kartlarının ilham kaynağı oldu. 14 Şubat, bu olayın anısına “Aziz Valentine “Günü olarak kutlanmaya başlandı.
Günümüzde ise Sevgililer Günü büyük ölçüde ekonomik bir araç haline gelmiştir. 19. yüzyılda ticari kartların basılmasıyla başlayan süreç, 20. ve 21. yüzyılda çiçek, çikolata, mücevher, hediyelik eşyalar ve romantik etkinliklerle küresel bir pazara dönüştü. Markalar ve işletmeler bu günü romantizmle ilişkilendirerek tüketimi teşvik eder. Sonuç olarak, Sevgililer Günü artık hem romantik bir gelenek hem de büyük bir ekonomik sektörün parçası haline gelmiştir. İnsanların yılda bir günü sevgi günü gibi kutlaması çelişkidir, insan isterse, yakınlarına, dostlarına, arkadaşlarına ve tüm doğaya sevgisini birkaç saniye içinde hiç bir çaba harcamadan, masraf etmeden gösterebilir. Ben iyi ve kötü yanlarıyla tüm insanları seviyorum. Her insanın hatta çok kötü insanın bile “ muhakkak sevecek bir yanı” vardır. Ünlü ceza hukukçusu rahmetli Prof. Faruk Erdem; katili kazıyın, altında bir iyi yanını bulursunuz” anlamında bir söz söylemiştir. İyi insanlarla iyi geçinmek kolaydır, önemli olan “ kötü insanlarla iletişim kurmak ve onları da iyiliğe güzelliğe özendirmektir.
Bütün sevenlerin bu özel günü kutlu olsun, lütfen sevgiden ve gülümsemefe cimrilik etmeyelim.
DEVE KUŞU
Atalarımız; “bazı insanlar deve kuşu gibi başını kuma gömer ama kıçı açıkta kalır “ derler.
Hayatın acı gerçeklerinden kaçan veya diğer insanların durumlarını ve sorunlarını görmek istemeyen duyarsız ve sorumsuz insanlar “ etrafa görünmemek için” saklanmaya çalışırlar ama saklanmak isterlerken kendilerinin görünmemesi gereken yerleri açıkta kalır.
Yeni hayat düzeninde bireysel ve çıkarcı ekonomik sistemde deve kuşu politikası uygulayan insan sayısı gittikçe artmaktadır.
ESKİ YÜZYILLARDA KUŞAKLAR
Eski yüzyıllarda kuşaklar arası çok büyük icatlar ve değişiklikler olmazdı. Matbaanın, telefonun, buharlı trenin icadı gibi olaylar yüzyıllar içinde olurdu. Günümüzde haftalar, aylar içinde yeni icadlar yapılıyor ve insanlığın hayatı değişiyor.
Değişen hayat ile birlikte yaşam tümüyle, inancıyla, modası, örf ve adetiyle hepsi değişiyor. Hayat değiştikçe kuşaklar arası farklar artmaktadır. Günümüzde artık, dedeler ve büyük annelerle torunlar arasında yabancılaşma hızla artmaktadır. Günümüz hayatına uyamayan dedeler ve büyük anneler ile “Z kuşağı “ torunlar arasında yaşam ve anlayış bakımından çok büyük uçurumlar oluşmaya başladı. İnternetten faydalanamıyan, akıllı telefon kullanamayan, dijital dünyadan haberi olmayan büyükler ile torunlar arasında yüzyıllık anlayış ve yaşam farkı ortaya çıkmaktadır. Yüzyıllar boyu kuşaklar arası farklar ve çatışmalar olmuştur. Hatta büyükler “ yeni kuşakları” saygısızlık ve sorumsuzlukla suçladıkları zamanlar hep olmuştur. Günümüzde tüm dünyada “Z kuşağı” denilen eski kuşaklara göre, yaşam, anlayış, davranış ve duyarlılık yönünden çok farkı bir kuşak hayatımızı ele geçirmek üzeredir. Arkadan gelen ve gelecek “ Alfa, Beta” gibi kuşaklarla ilgili bilgimiz yoktur. Bir de tamamen teknolojimin ve tıbbın desteği ile doğan özel çocuklar vardır ki, bunlar çok farklı “ anasının karnından her şeyi bilerek “ doğmuş “tasarım bebekleri vardır ki bunların hakkında da henüz bir bilgimiz yoktur.
Sevgi; anlayış, empati ve sabır ile kuşaklar arası iletişimi kurabileceğimizi düşünüyorum. Bu konuda görev aile büyüklerine düşmektedir.
HAYATTA İZAHI OLMAYAN İŞLER
Hayatta izahı olmayan işlerin mizahı olur.
Yaşadığımız veya başımıza gelen bazı olayların hiç nedeni ve izahı olamaz. Bunların nedeni aramak yerine bunları olduğu gibi kabul etmek en iyi yoldur. Eski bir Likya duasında;
- Tanrım, değiştiremeyeceğim şeyleri kabul etmem ve kabullenmem için bana sabır,
değiştirebileceğim şeyleri değiştirmek için bana güç ve zaman ver. Amin.”der.
İnsanların değiştiremeyecekleri
konularda kendilerini üzmeleri, ağlamaları kişinin kendisine fiziksel ve ruhsal olarak zarar verir.
Başımıza gelen her şeyi düşünmemiz, sorgulamamız ve sorunlara çözüm bulunabiliyorsa onları çözmemiz gerekir.
İzahı olmayan ve düzeltilmesi ve değiştirebilmesi “ imkansız” olan işleri eskilerin deyimiyle “ tevekküle veya yeni kuşakların dediği gibi “ akışa” bırakmak en iyi yol sayılır.
SAHİLDE KAHVALTI.
Antalya’da yeni yaşam modası. Tatil günü sahilde kahvaltı.
Bu gün ne yağmur, ne kar. Ne soğuk poyraz rüzgar, Zemheri- Karakış geldi geçti.
Yağmurlar ikinci bahara kaldı. Bizim milletimiz işini bilir, eskiden gözlemeci ve kırdaki kahvaltı mekanlarına giden aileler yeme içme çok pahalı olunca, pratik bir masa, birkaç portatif sandalye ve iki termos, bir piknik sepeti ile işi çok ekonomik olarak hallediyorlar.
Boşa dememiş Turgut Özal “ .. benim milletim işini bilir.
DENİZE DÜŞEN YILANA SARILIR
Atalarımız; denize düşen yılana sarılır “ demişlerdir.
“Denize düşen yılana sarılır” atasözü, zor durumda kalan bir insanın kurtulmak için hiç istemediği veya güvenmediği birine bile mecburen başvurabileceğini anlatır.
Kişi çaresizlik içinde olunca, normalde uzak duracağı veya hoşlanmadığı birinden bile yardım istemek zorunda kalabilir. Bu atasözü, insanın sıkıntı anında tüm seçenekleri değerlendireceğini ve bazen istemediği çözümleri bile kabul etmek zorunda kalabileceğini vurgular.
Hayat sürprizlerle doludur, devir döner devran döner bir gün hiç sevmediğimiz bir kişiye muhtaç hale gelebiliriz. Onun için kimseyi küçümsememek, ötelememek ve aşağılamamak gerekiyor.