GEÇMİŞTEN BİR YAPRAK
 (ANILAR TEKRAR YAŞANIRSA GÜZEL VE UNUTULMAZ ANILAR OLUR)   

Canım Babam (Rahmetli ) Hüseyin AYDIN’a ithaf ediyorum.   

                Sanırım 1960 yılların sonlarına doğruydu. Kaş Merkez İlkokulu’nda okuyordum.Bir hafta sonuydu. Sabah olmuş ve gün ışımıştı. Babamın “ Haydi oğlum,  Mustafam kalk , Gitme vakti geldi.Hava sıcak olmadan sabah serinliğiyle yola çıkalım ve gideceğimiz yere zamanında varalım”  diyen sesiyle uyandım.Gözlerimi zar zor açabildim ve ayağa kalktım.Annemin akşamdan  hazırlamış olduğu yufka ekmekleri, haşlanmış patatesleri ve yumurtaları dikkatlice sepete koyduk.  Ya Bismillah diyerek toprak damdan ve taş duvardan yapılmış evden çıktık. Zeytinler arasından geçen patikadan yürümeye başladık. İlk durağımız ebediyete intikal etmiş rahmetli dedemin (Babamın Babası Mehmet dedem) mezarının bulunduğu Kaş Mezarlığında durduk. Mezarlık kapısından girip, ellerimizi açtık ve mezarlıkta yatan tüm ölmüşlerimiz için ruhlarına bir Fatiha okuduk. Daha sonra dedemin mezarının başına geldik. Ellerimizi açtık ve Fatiha’mızı okuduk ve dualarımızı ettik. Allah kabul etsin.Amin. Mezarda bitmiş olan ayrık otlarını ayıkladık. Mis gibi kokan Adaçayı,  çalba ve mersin yapraklarının kokusunu adeta içimize çektik.Duygulanmıştık.Gözlerimizden birkaç damla yaş geldi.” Mekanları cennet olsun” dedik ve mezarlıktan çıktık.

      Tozlu şose yolda ilerlemeye başladık.Eskiler çok iyi hatırlayacaklardır eminim,şimdilerle evlerle kaplanmış Tomrukların Zeytinliği denilen yerden devam eden patikaya saptık.Arazi çok dik ve kaygandı.Ancak patika  dolambaçlıydı ve  adeta zigzag çiziyordu. Bazen ayağımız küçük taşlar nedeniyle kayıyor, ancak düşmüyorduk.Babam benim küçük adımlarına göre kendi yürüyüşünü ayarlamıştı.Bir kaç yüz metre sonra sanırım yorulmuştum, dinlenmek ve soluklanmak için birkaç dakikalığına durduk. Dinlendik .Tekrar yürümeye devam ettik.Zeytin ağaçları, gevenler,dikenler, mersinler, pıynarlar, dat çalıları, menekişler ve çalbalar patikanın etrafını kaplamıştı.Bazı yerlerde geçerken dikenler vücudumuza yada ellerimize batıyordu.Hiç bir acı yada sızı hissetmiyorduk.Tırmanışı bitirip, düz yola gelmiştik.Düz yol dediysem asfalt yol falan düşünmeyin. Bu . yıllar önce insan gücüyle, kazma ,kürek ve balyozla yapılmış bir yoldu. Yer yer büyük taş ve kaya parçaları yolun içindeydi.Yolun uçurum tarafının kaymaması için  taşlarla duvar gibi  örülmüştü.Manzara nefisti.O zamanların insanların ve köylülerin Andifli dediği,Kaş ilçemizi tepeden kuşbakışı seyrediyorduk.İlk göze çarpan Camiler ve minareleriydi. Evler ( o zamanlar evler iki katlı, çatıları kiremitli yada toprak damlardı), deniz, denizdeki tekneler, Limanağzı, Meis Adası, Beş Adalar, Çukurbağ Yarımadası, Bucak Denizinin muhteşem bir manzarası vardı.Güneş gökyüzünde parlıyor ve deniz üzerinde yansıyordu.İnsanın başını döndüren bir güzellik vardı.Acaba, şimdi düşünüyorum da bu baş döndürücü güzellikte bulunduğumuz yerin yüksek olmasının da bir payı var mıydı? Etrafı duvarlarla çevrili yolun insana biraz korku veren, adeta kendinizi bıraksanız, dümdüz aşağıya düşeceğinizi düşündüğünüzden oluşan bir korkumuydu? Kim bilir ?  Belki de her ikisiydi.

  Yürüyüşümüze devam ettik.Babam yürüyüş sırasında devamlı Kur’an dan ayetler ve sureler okuyor ve devamlı “ Allahım Sana binlerce defa şükürler olsun.Verdiğin ve vereceğin nimetler, sağlık ve afiyet için,Hamdü sanalar olsun” diyordu.Bende sessizce onu dinliyor, duyduklarımı sanki beynime yer ettiriyordum. İçimde tarifsiz bir duygu vardı.

     Böylece Narlık denilen yere geldik. Sanırım buraya Narlık denmesinin sebebi orada yetişen nar ağaçlarındandı. Narlar sulanmadığından pek fazla meyvesi yoktu. Burada  Recep (Gülşen) amcamız elinde tahrası ve yanında baltası (Nacak) ile ağaçları buduyor, fazlalıkları kesiyor ve çapasıyla da zeytin ağaçlarının dibini belliyordu. Selam  verdik, o da “Aleykümselam” deyip selamımızı aldı. Biraz hatır lafı edildi. Bu hoş beş aynı zamanda  biraz soluklanmak ve dinlenmek içinde iyi olmuştu.Recep amca çok dinç, güçlü,kuvvetli ve mütevazi bir insandı.Yıllarca onu bu yollarda yürürken görecek ve hoş sohbetler edecektik. Hatta bazen evinde misafir olarak bile kalacaktık. Devam ederek, babamın “ bak oğlum burası Kaputaş” dediği yerde durduk. Burası çok daha sonraları öğreneceğim Likya döneminden kalma tarihi gözetleme kulesi olarak kullanılmış halen ayakta olan, bugün de bazı insanların Kaş manzarası seyretmek yada piknik yapmak için gittikleri, duvarlarının bazıları depremle yıkılmış ancak kapı girişi halen sağlam ayakta duran bir yerdir.

       Artık güneşin sıcaklığı kendini hissettirmeye başlamıştı. Terlemeye başlamıştık.Babam “ oğlun susadın mı?” diye sordu.Bende “ evet, susadım baba ” dedim.Babam birkaç dakika sonra Çapalık denen yere varacağımızı ve orada yolun kenarında bulunan sarnıçtan su içeceğimizi, hatta acıktıysak bir şeyler yiyebileceğimizi söyledi. Bunu duyunca sanırım kendime güvenim gelmişti. Yeniden kendimi enerjik ve kuvvetli hissettim.

    Çapalık denilen yere vardık..Burada Recep ve Durali  (Gülşen) amcalarımızın evleri vardı. Bahçelerinde, keçileri , koyunları, develeri, eşekleri, inekleri ve kovanları vardı.Yolun kenarında yoldan gelen ve geçenlerin susuzluklarını gidermek ve hayvanların sulanması için yağmur sularının biriktirildiği sarnıç vardı. Daha sonraki yıllara buradan geçerken duracaktık ve beklide  hayatımın en unutulmaz günlerini ve anılarını yaşayacaktım.Allah her ikisinden de razı olsun.Makamları cennet olsun.

        Sarnıça varınca mola verdik. Babam sarnıcın kapısında bulunan metal bir kova (bakır) ile sarnıçtan su çekti. Yağmurdan birikmiş buz gibi  su ile ellerimizi ve yüzümüzü yıkadık.Sonra kana kana içtik. İçtiğim o bulanık yağmur suyunun tadı bana şeker gibi gelmişti.Oturup bir şeyler yedik. Durali amca elinde bir petek bal ile geldi.” Senin ve çocuğun canı çekmiştir. Biraz yiyin”  dedi ve bize ikram etti. O  yediğim balın tadını hala unutamam.Ne zaman bu yoldan geçsem ve o sarnıcı görsem o anı bir sinema filmi gibi hatırlarım. Hayvanlarını da o sarnıçtan sulardı.Kova ile su çekti ve hayvanlarının içmesi için yalaklara doldurdu.Çoban köpeği de adeta hayvanları koruyordu.Köpeği görünce korkmuştum ancak Durali amca “ korkma oğlum,köpek çocuklara bir şey yapmaz,yanında ben varım” deyince sanki yüreğime su serpilmişti.Keçileri,koyunları,oğlakları,kuzuları seviyordum ve onların başlarını okşuyordum,Çok hoşuma gitmişti koyunlarla ve keçilerle olmak.Daha sonraki günlerde ve yıllarda buradan geçerken duracak ve onları sevecektim.Bugün bile kışın hala orada bir çoban keçileriyle yaşamaktadır.

        Durali amcaya veda edip, yola devam ettik. Ana yoldan bakılınca bugün bile izleri ve ayakta kalan duvarları hala gözüken zigzaglı yoldan yürümeye devam ettik. Ve… sonunda varacağımız yere vardık. Burası neresi mi? Burası  Yeniköy’de mahalli insanların (hatta tapu kayıtlarında aynı isimle geçer) Çallıyaka dediği yerdi. Bir zamanlar  Gavurgara denilen Yeniköy’deki  dedemden  (annemin babası)  kalma tarla idi. Yeniköy’e varmadan ikinci düzlüktü. Tarlalar genellikle  Ekim-Kasım aylarında yağan yağmurlardan sonra karasabanla sürülür ve tohumlar toprağa atılırdı. Bu yılda tarla sürülmüş ve ekinler boy vermeye başlamıştı. Asıl geliş amacımızda bu ekinlere yaban domuzlarının ve başı boş kalan hayvanların zarar vermesini, ekinleri dağıtmalarını, bozmalarını  engellemekti .Kısaca nöbet tutmaya gelmiştik.Tarlamız iki tarafından çalılardan yapılan harımla çevrilmişti ancak bir tarafından teyzemin ekinlerinin olması,bir tarafının da orman olması nedeniyle yaban domuzları ve başıboş kalmış hayvanlar buralardan gelip,zarar vermesini önlemekti. Babam sık ağaçların olduğu   kuytu  bir yere ağaç dallarından kaplanmış alacık denen bir sığınma yeri yapmıştı. Çünkü tarlada ev yoktu. Köye gidip de kimseyi rahatsız etmek de istemezdik. Bu alacıkta geçirdiğim zaman, uyuduğum   zamanlar, akşam yanan ateşin başında geçirdiğim zamanlar, bazen uyurken gördüğüm rüyalar, yaban domuzlarının ve çakalların çıkardığı sesler hala kulağımda ve beynimdedir Yaban domuzlarını kovmak için taş (alama) atardık ve gürültü yapardık.
     Çünkü ekinler önemliydi. Ekinler buğday olacak, olgunlaşacak, başak tutacak, başaklar sararacak, orakla biçilecek, harmana taşınacak, harmanda atlarla dövülecek, rüzgarda yaba yada dirgenle savrulacaktı. Saman ile buğday (zere) ayrıştırılacaktı. Buğdayın bir kısmı önümüzdeki yıl tarlaya ekilmek için ayrılacaktı. Elde edilen buğday kıl çuvallara konulacak, atlarla yada eşekle ambara yada tuğa taşınacaktı.Tarhana,bulgur,yarma,kölle yapılacaktı.Bir kısmı da tavuklara verilmek için yem olarak ayrılacaktı. Buğdaylar eşeğe yüklenecek, öğütülmek için değirmene götürülecek ve öğütülecekti ve un olacaktı. Un çuvalla eve getirilecek, elekle elenecek, hamur yoğrulacak ve odun ateşine kurulacak sac üzerinde yufka döndüreçle  çevrilerek pişirilecekti.Pişirilen ekmekler üst üste konacak ve yeteri kadar alınıp,elle sulanacak, ekmek mendiline konulacak ve afiyetle yenecekti

     Uzun ve meşakkatli bir dönem bizi bekliyordu. Mayıs ayında annem,babam ve kardeşlerimle gelecek ve burada günlerce kalacaktık. Yeniköy’deki kuyubaşından eşeklerle tenekelerle su taşıyacaktık. Annem ocağa vurduğu tencerede yemek yapacaktı.Kazanda kaynattığı sıcak su ile çamaşırlarımızı yıkayacaktı .Deterjan olmadığı için,arap sabunu ile biraz kül ve bulabilirsek portakal kabuğu ile yıkadığı çamaşırları çalıların üzerine sererek kurutacaktı.Teyzemin (rahmetli) gönderdiği keçi sütünden yapılmış yoğurdu yiyecektik. Armutları toplayıp yiyecektik. Menekiş ağaçlarının   pülçüklerini, gavuklarını yiyecektik. Yeniköy^ün çok değerli ve samimi sakinleriyle ve akrabalarla değişik sohbetler yapacaktık. Emek harcayacaktık. Terleyecektik.. Zorlukları aşacaktık. Ama sonunda  başarı ve mutluluk vardı. Yiyecek vardı. Daha da önemlisi burada öğrenilecek çok şey vardı. Sabır gibi,  Allaha şükretmek gibi, elindekinin kıymetini bilmek gibi, yardımlaşmak gibi,  paylaşmak gibi. Hayat dediğimiz bazılarına göre uzun, bazılarına göre kısa gelen yolculukta bu değil miydi zaten? Rahmetli babamın “ Oğlum dünya iki kapılı bir handır.Bir kapıdan girersin, bir  kapıdan çıkarsın. Bu  dünya fani. Kimseye kalmaz. Önemli olan Ahiret dünyasına hazırlıklı gitmektir ” Sözleri hayatım boyunca düsturum olmuştur.. Yüce Allahım hem o günlerime hem de bu günlerime , verdiğin ve vereceğin tüm nimetlere, sağlığa ve hayata şükürler olsun.AMİN.