Kaş'lı Dostlarım,
Bugün, Kaş'a severek ve isteyerek yerleşmem sonrası, İstanbul' a bir kez daha gelince neler hissettiğimi sizlerle paylaşmak istedim.

Okuyanlar ve beni tanıyanlar biliyorlar ki, ben doğma büyüme İstanbullu’yum ve nerede yaşayıp,çalışmış olursam olayım yaşantımın en uzun yılları hep İstanbul da geçmiştir. Üstelik de müstesna dediğimiz, eğitim ve kültür seviyesinin yüksek olduğu semtler ve tabiki buradaki çok katlı apartmanlarda yaşayan  her bakımdan donanımlı, yerli  yabancı hatta şanlı şöhretli komşularla birlikte , hep kalabalık ve oldukça da yoğun şekilde.

Kaş yaşamı sonrası, İstanbul tabiki oldukça kalabalık geliyor. Çünkü nüfusu günden güne artmak da ve önlenemez bir göç almak da, almaması mümkün mü? sosyolojik boyutları da önüne geçilemez kadar karmaşık, düzelebilmesi artık uzmanlara göre de imkansız denilebilecek kadar zor. Yaşam şartları ağır olsa da, eğitimin devamlılığı, kariyer imkanları ve gerekli maddi olanaklar için, Ankara , İzmir, Antalya, Eskişehir ve Bursa’da dahil olmak üzere, en çok nüfusun her gün yeniden yaşamayı seçtiği bir şehir, diğer şehirlerde ki koşullar ne kadar güçlü olursa olsun İstanbul insana sınırsız imkanlar da sunabiliyor.

Çok büyük bir şartla, bir o kadar da sınırsız maddi gücünüz varsa.. Bizlerin hepimizin sınırsız maddi gücümü var. Başta ben olmak üzere çevremdeki hemen herkesin asla. Nüfusu son seçimler de 14 milyon olan İstanbul da artık gerçek doğma büyüme İstanbullu da bulmak az. İstanbul Türkçesi konuşan da az. Bu az kesimde İstanbul’da doğup büyümüş olan aile bireylerimizler ki en gençleri 80 yaşına yakın olanlar. Yüzölçümünü 5 bin 313 km2 olduğunu biliyoruz. Hesaplamalara göre kilometrekareye 2bin 786 insan düşmüş oluyor. İstanbul'a geldikçe ya da gelenlerden dinleyerek, ne kadar kalabalık bir şehir olduğunu bilmemek ve görsel medyadan takip etmemek mümkün değil.

Bir İstanbullu olarak neleri özledim diye anlatmak istersem, sadece ailemi, çok zaman geçirmeye çalıştığım eskimeyen dostlarımı ve tabiki önünden geçerken tüm küçüklük anılarımın olduğu sokak ve evleri. Ancak evlerde yaşayanlar hayatlarını kaybetmişler. Evlerin hepsi yıkılmış. Ben çok mu eski binalarda oturmuşum tam aksine. Binalar mal sahiplerinin ve müteahhitlerin daha fazla para ve mekan hırslarından, başkalarının var bizimde olsun düşüncelerinden devamlı yenilenmekde. Bu sebeple Londra gibi büyük bir şehirde 99 yıllığına kiraya verilen ve 2 nesil ailelerinizin oturduğu evlere gidip baktığınızda bina her şeyiyle yerin de dururken, bizim 1980 yılında yapılan şık binalarımız, depreme dayanıklı olsalar da yıkılıyor. Çünkü böyle bir mimari  kültürü olmadığından daha önce otopark yapılmamış. İnsanlar plansız nüfus artışının ailelerde ki araç sayısının artmasına yol açacağını da düşünememişler.

Ama en çok görgü kurallarını kaybederek, daha çok para kazanma ve mal edinme hırsımızla, aslında bizlere çok uzak Amerikanvari yaşam ile birlikte bir dairenin üç adet araba da alabileceğini hesap da etmemişler. Moda deyimiyle öngörememişler, birçok yapılamamış konu yüzünden, şimdi bütün İstanbul inşaat alanı gibi. Sadece Pazar günleri tatil inşaat çalışmaları ve biraz uyumak isterseniz de ancak Pazar günleri mümkün.

Hafta içi korkunç bir inşaat ve inşşat araçları gürültüsü var. Ve bu araçların çarpması sonucu hayatını kaybedenlerin yüzdesi çok fazla. Ve çoğu aile tazminatsız bir şekil de ölüsünü alıyor. En yakın örneği, karşı komuşumun annesini toprağa verdiler. Ve şoför serbest, diğer taraftan metro çalışmaları ( ki hangi saat de giderseniz gidin dünyanın en kalabalık metrosu olmak yolunda uzak doğu ile yarışıyor gibi). Köprü bakım/ onarım çalışmaları, eski tren istasyonları binaları ve köprülerini yeniden yapılandırma ve normal trafik yorğunluğunu da katarsanız, çokda iç açıcı bir tablo sergilemek kolay olmuyor.

Hiç mi iyi tarafı yok derseniz, var, birincisi çalışmayacak ya da vardiya usulü çalışacaksınız ki, diğer insanların mesai saatlerinde ki yoğunluk arasına dalmak zorunda kalmayacaksınız. İyi mekan ve olanaklar, (sinema- tiyatro- opera- görsel sanatların tümü), spor faaliyetleri, turnuvalar ve maçlar izleme imkanı olacaksa hem az çalışan, hem iyi para kazanan olmak şart. Çünkü yaşam içerisindeki giderler ve faturalar da var, sadece mevsimsel şartlar uygun olduğun da çok rahatlıkla vapura binip, simit ve çayla Boğaz turu da yapabilirsiniz ama nereye kadar. Ne zamana kadar. Neticede finansal açıdan güçlü olmak ilk ve en önemli şart.

Boş kalıp bütün hobileriniz için vakit ayırmak önemli. Hobilerin hiç biri ücretsiz değil. İSMEK denilen genellikle ev hanımlarının katıldığı ücretsiz el sanatları kursları var. Malzemeler ve gidiş geliş ücretleri de cabası. Eskiden trafikte yarım saatte gidilen yolu, bir buçuk saat de alamıyorsunuz çünkü yol inşaatları ve kazıları çok. Özel araç ve benzin fiyatları ile kafanızı rakkamsal olarak karıştırmak istemem. Otopark ücretleride, ulaşım ücretleride asgari ücretle çalışanlar için ve özellikle 2000 yılı öncesi emekli olup fazla birikmişi olamamış herkes için zorlayıcı.

Bütün maddi zorlukların üstesinden gelip, trafik sıkıntısının en az olduğu saatleri bulmaya çalışırsanız ki ,maalesef artık böyle saatler özellikle kış ayların da eğitim kurumlarının servisleri de dahil olunca zor.  Yalnızda kalmamak istiyorsanız, refaket edecek aynı maddi ve manevi şartlar da birilerini bulmak lazım. Yalnızlık orta yaşlarda insanlar pek de mutluluk verici değil gibi. Özellikle kadın olarak, giyim kuşam konularını medya takiplerinden biliyorsunuz, öyle büyük şehir modern instediğimizi giyeriz gibi, lüks düşüncelerimizi de her semt de uygulayamadığımızı biliyorsunuz. İstanbul’da hep güçlü insanlar mı var derseniz hayır.

Tabiki, gecekondu ya da varoş tabir edilen, evden kaçanın, kaçırılanın, her türlü yasak ya da caiz olmayan ilişkilerin yaşanabildiği, ekonomik zorlukların sıkıntıları ve eğitimsizliğin açtığı yaralarla yaşamaya çalışanların da çok olduğu bir kent.

Düşünün, nüfus 14 milyon ama en yüksek sosyo ekonomik statüye sahip olan 20 mahallede nüfusun yüzde 1,6'sı yaşıyor, geriye kalanların nasıl yaşadığını siz hesap edin. Benim sizlere aktarmak istediğim kara bir İstanbul resmi değil. Tabiki dünyanın 9. büyük kenti ama  gerçekte tarihi mirası ilk sıra da ki şehri, yok edilmeye çalışılan yeşillikleri ve doğal manzarası, öğrenmekle bitmeyecek tarihii ve kültürel hazineleri ile inanılmaz önemli ve özel, fakat idarecileri, yöneticileri ve sakinleri tarafından korunamadığı gibi, yağmalanıp, talan edildiği de gerçek bir şehir.

İnsanları çok sinirli, çünkü hayat şartları ve trafik , yüklendikleri sorumluluklar, emeklerinin karşılığını maddi olarak alamamak, gelecek kaygısı, her şey insanları aniden sinirlenen, zor yatışan insanlar haline getirmiş. Kimseyi de suçlama şansımız yok. Ne kadar lüks arabanız, ne kadar şık konutunuz olsa da üzerinde araba sürdüğünüz yollar ve karşılaştığınız öfkeli insanlar aynı. Yani herkesi bekleyen sıkıntılar ve tehlikeler ortak. Bu sebeple size Kaş'lılar olarak, sadece yaz aylarında tatil yapıp dönmek varken neden ilçemize yerleşme kararı verildiğinde ya da benim en azından İstanbulu özlemek de zorlandığımı paylaşmak istedim. Mukayeselerim var tabiki bunları da paylaşırım, ancak zorlukları anlatınca sizler zaten kolaylıkla anlayacaksınız.

Dostlarım Kaş'ın tadını çıkarın ve Sevgiyle kalın derim.