Artık bütün toplumsal sorunlarımızı aydın ama dumanlı kafalarla çözümler, ertesi gün “sarhoştum aydım ben bu isten caydım” derken ve gittikçe yükselen bir alçak değerler dünyasında yaşarken, 5 dakika da olsa yükselen bir değere tutunmaya çalışalım ve çalışmalarımıza şiirle, şairle başlayalım.
            Çünkü şiir, insanı ve toplumu düzeltebilecek en önemli gücün – dilin hekimi olan, kendi ana dilini zenginleştiren, ona yeni kanatlar takan, açılımlar kazandıran bir ışıktır.
            Şairse, bu dünyadan geçtiğini şiiriyle kanıtlamak isteyen, bin fotoğraf çektirmek yerine bir şiir yazmayı yeğleyen kişidir.  Yazıyorum öyleyse varım diyen kişidir.
            İmzası – fotoğrafı  şiir olan sanatçıdır.       
            Rahatı kaçan ağaçtır.
            Çoklukla çevresiyle çatışan uyumsuz sanatçıdır.  Çünkü çevresiyle uyuşan şair uyur. O kadar mı?
            Hayır, her iyi şiir yazan da şair değildir.
            Hep şiir yaşayan ve bunu şiirle paylaşabilen şairdir.
            Bir şair, ŞAİRİ’i söyle anlatıyor:(1)
           
            “Suç işliyor gibiyim şiire çalışırken. Evet, suçluluk duygusu, bende çıplak gezmek hissini, utancına veriyor.  Şair, çıplak gezmeyi göze almış adamların arasından çıkıyor elbette.  Şiirine kendini, yaşantısını, bakışını, duruşunu koyabilmişse bir şair çıplaktır; çünkü mahremiyetini ötekilere göstermiştir. Bunu göze almıştır. Çıplağım ben de.  üşüyorum, hem de çok.”
 
            Evet, biz de “Üşü, ama şiirden korkma.  Çünkü şiirden korkmak demek felsefeden korkmak demektir.  Felsefe ise, soru sorma sanatıdır.” diyor ve şiiri - şairi destekliyoruz.
 
            Peki, şiir nedir öyleyse?       İşte birkaç ışık:
            Şiir, espri gibi karanlıkla aramızdaki ender duvarlardan biridir.
            Şiir, bir köpürme – taşma, kendini aşma sanatıdır.  Önce şairi beraberinden herkes şiirle taşar, kendini aşar..
 
            Şiirin de gerçeği, bütün sanatlar gibi sadece olan değil, aynı zamanda olması gerekendir – özlenendir.  Şiir sadece olanı değil, olması gerekeni, olması özleneni de söyler. Ressamın resim diliyle, tiyatronun tiyatro dilliyle anlatması gibi hayatı, insanı şiir diliyle, ancak çağlar boyunca pek çok renkli yapılar kazanmış bugün de yaşam koşullarına göre değişip gelişen şiir dilliyle yansıtır, anlatır, sorgular, yorumlar, tartışır, eleştirir.
            Şiir bir yandan ağacı ormanıyla algılar, bir yandan da tek ağaçtan bir orman oluşturur.
            Şiir,     “Bugün yeni bir gündür cancağızım
                        Yeni şeyler söylemek lazım” diyen Mevlana gibi yeni bir söz söyleme sanatıdır, ama güzel söyleme sanatıdır.
            Ulusallıktan evrenselliğe uzanan yolda bir sözcük seçme sanatıdır.  Başarısı insanların ortak özelliklerini, hiç değişmeyen insansal değerleri kavramasıyla mümkündür.. Trabzonlu şairimiz Yaşar Miraç, bunun güzel örneklerini vermiştir.
Örneğin, “Şu sürmeli yalının – Çiroz dizi evleri / Parlar güneşte nasıl – Pul pul kiremitleri dizelerinde pulu balığın sırtından evlerin damlarına çıkarmıştır.
“Dağın kucağında tepinen suyla / balık ağındaki pul horonuyla” dizelerinde de özel bir zenginliğe kavuşturmuştur.
            İnsana insanlığa sanatın yararlarını sağlar. Yani yağmurun doğayı yıkaması gibi insanı yıkar, arındırır.
            Şiir bir tiyatrodur, insanı insana insanla vermedir.  Bir’in içinde binleri, on binleri, yüzbinleri vermedir.  Bir’i yüz bin yapmadır.  Yüzbinleri bire sığdırmadır.
            Şiir bir rüzgârdır.  Bir serbest bestedir..
            Şiir bazen, karşılıksız bir aşkı yaşarken tutunmaya çalıştığımız bir gül dalıdır. Ellerimizi – kalplerimizi kanatır.
            Yani şiir aşk halinden başka nedir ki?.
 
            Şiir güzel uykusuzlukturÇatlayan dudağa sudur. Kesilmekten kurtarandır ince bileklerimizi.     Bir güz rüzgârının kopardığı yaprağı bir dala usulca eklemeyi öğretir.
 
            “Denizdim ben çekildim her yanım yalnızca kum.
            Uçurum hakkımı kullanmak istiyorum.” diyor şair ve ekliyor:
            Kullanmaya kalkınca görüyorsun ki şiir can yeleğiymiş, yamaç paraşütüymüş.
Ve devam ediyor.
            En kötü durumlardan bile şiirin sayesinde çıkmaya bak.  “Ülkem kötüye gidiyor bendeki aşk iyiye” de hiç olmazsa.
            Şiir, bir ecza dükkânı olsun yaralarına senin, sen yaşa ki, yaz ki, “kanı yerde kalmasın vurulan düşlerinin”.
            Ve şiir bizim ses bayrağımız – dilimiz TÜRKÇEMİZDİR…
 
Türkçemizle el ele, yürük yüreğe tutuşalım, önce dilimizde birleşelim, dilimizle birleşelim.  Önce dilimize iyilik, doğruluk, güzellik ekelim.
Son sözü bilim gibi, din gibi sonsuzluk olan sanata şiir penceresinden bu bakışımızı, bir büyük ustamızın bir şiiriyle noktalayalım.
 
YÜRÜMEK;
Yürümeyenleri arkanda boş sokaklar gibi bırakarak,
havaları boydan boya yarıp ikiye
bir mavzer gözü gibi karanlığın gözüne bakarak yürümek!..
 
Yürümek;
dost omuzbaşlarını omuzlarının yanında duyup,
kelleni orta yere yüreğini yumruklarının içine koyup yürümek!..
 
Yürümek;
yolunda pusuya yattıklarını,
arkadan çelme attıklarını bilerek yürümek…
 
Yürümek;
Yürekten gülerekten yürümek…  (2)
 
                        Dağ başını duman almış gümüş dere durmaz akar
Güneş ufuktan şimdi doğar yürüyelim arkadaşlar.
Sesimizi yer gök su dinlesin, sert adımlarla her yer inlesin.
İnlesin.