Kişinin, meşru yollarla sahip olduğu servetini Allahın rızasını gözeterek ihtiyaç sahiplerine harcamasını ifade eden infak, Kur’an’da mümin’in özelliklerinden sayılmıştır. Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için yapılan her türlü harcamayı içine alan infak, farz olan zekattan, nafile sadakaya, ailenin geçimini teminden, meşrû amaçla sarf edilen ayni-nakdi, maddi-manevi her türlü yardıma kadar uzanan geniş bir kapsama sahiptir.

Sevgili Peygamberimiz, infak eden cömert kimseyle cimrilik yapanı, üzerinde zırh bulunan bir kişiye benzetmiş, cömert olanın Allah için yaptığı her harcamada zırhının genişlediğini, cimrinin ise bir sadaka vermeye niyetlendiğinde zırhının onu sıkıp hareketsiz bıraktığını ifade ederek, (Buhari, Zekat, 28) cimriliğe yol açan mal hırsının insanı nasıl bir halet-i ruhiye içine soktuğunu anlatmak istemiştir.

Yine infak edenin kazançlı, cimrilik yapanın ise zararlı çıkacağını anlatan bir hadiste, her sabah bir meleğin, servetini Allah yolunda harcayan için, “Ya Rabbi! Bu kulunun harcadığı malın  yerine yenisini ver” diye dua ettiği” diğer meleğin ise, “Ya Rabbi! Elinde tutup cimrilik edenin malını telef et” dediği bildirilmi§tir. ikinci meleğin duasıyla, serveti üzerinde tir tir titreyip, Allah’ın kendisine ihsan ettiği nimetlerden baskalarını faydalandırmayan, muhtaçlara vermeyen, Kur’an’ın ifadesiyle elini boynuna bağlayıp cimrilik eden (Nahl, 29) kimseler uyarılmaktadır.

Mümin imkanları ölçüsünde infakta bulunurken, hem ibadet yapmanın, hem de muhtaçları memnun etmenin manevi haz ve tatminini yaşayacaktır. Bu hazza ulaşmak için mutlaka varlıklı olmak da gerekmemektedir. Zira sevgili Peygamberimiz sadaka vermenin her Müslümana gerekli olduğunu açıklarken, buna gücü yetmeyenlerin sırasıyla, elinin emeğiyle çalışıp kendisine ve başkalarına faydalı olmalarını, mazlum ve mağdurlara yardım etmelerini, iyiliği tavsiye edip kötülükten sakındırmalarını ve nihayet bunların hiçbirini yapamayanların kötülükten uzak durmalarını, bunun da onlar için bir sadaka olduğunu ifade etmiştir. (Buhâri, Edeb, 34) Sadaka da “infak”in bir parçası olduğuna göre, mü’min’in işlediği salih ameller, birbirine sıkı sıkıya bağlı bir bütünü oluşturacak, bu da onun sağlam imanının hayata yansıyan canlı  bir tezahürü olacaktır.

“İman ile cimriliğin bir kulun kalbinde asla bir arada olamayacağını” (Nesâi, Cihad, 8) bildiren Peygamber Efendimiz, Kur’an’ın, müminlerin vasıfları arasında saydığı infak’ın önündeki en büyük engel olan bu kötü ahlakın, Müslümana yakışmayan bir özellik olduğunu vurgulamak istemiştir. Çünkü cimri, Allah’ın bir emaneti olan malı, kendisine yük yapan insandır. Bu yükü o, hem bu dünyada hem de ahirette taşımak zorunda kalacaktır.

Bu dünyada, gözü gibi esirgediği malını koruma endişesiyle ömrünü mahvedecek, öbür âlemde ise kör kuruşun hesabını vermek için ter dökecektir. Akıllı insan, malını sırtına alan değil, onun sırtına binendir. Serveti yük yapmamak, onu, amaç değil araç olarak görmekle mümkündür.

Malı, bu dünyada kimseye minnet etmemenin bir aracı olarak gören insan, ona ancak hak ettiği kadar değer verir. ihtiyacından fazlasını başkalarıyla paylaşarak yükünün ağırlaşmasına izin vermez. Kısacası, Yunus Emre’nin geniş gönlü ve engin basiretiyle asırlar öncesinden dile getirdiği şu dizeleri hayatının düstûru hâline getirir:

“Mal sahibi mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi?
 Mal da yalan mülk de yalan, var biraz da sen oyalan.”