Müslümanların diğer vakitlere nispetle daha üstün saydıkları bazı gün ve geceler vardır. Bu gün ve geceler şahit oldukları önemli hadiseler sebebiyle  kudsiyet kazanmışlardır. Bu gece idrak edeceğimiz  miraç gecesi de bu önemli vakitlerden biridir.

Peki, bu olay nedir ve nasıl gerçekleşmiştir? Bu olay bize neler anlatmalıdır? Biz bugün miraç hadisesinden ne anlamalıyız?

Miraç gecesi  hicretten yaklaşık bir buçuk yıl önce Recep ayının 27. Gecesinde gerçekleşmiştir. Olayın öncesinden başlayacak olursak 610 yılında ilk vahyi alan Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) senelerce bütün işkence ve aşağılamalara rağmen tebliğine devam etmişti. Ancak müşrikler zulümlerini iyice ileri götürmüş, yaklaşık üç yıl boyunca müslümanları her türlü insani ve ticari ilişkileri ortadan kaldıran boykota maruz bırakmışlardı. Ardından Hz. Peygamber arka arkaya en büyük destekçileri olan amcası Ebu Talibi ve eşi Hz. Hatice’yi kaybetmişti. Bu durumu fırsat bilen müşrikler daha fazla üstüne geliyorlardı. Artık eziyetler o kadar artmış ve dayanılmaz hale gelmişti ki, Efendimiz (s.a.v.)  belki bir ümit, belki bir yardım olur düşüncesiyle Taif’e gidip onların ileri gelenlerini İslam’a davet etmişti. Fakat onlar sert ve kaba davranmakla kalmayıp, Efendimizi ve Zeyd’i şehri terk edinceye kadar taşlatmışlardı. Efendimiz (s.a.v.)  maalesef  buradan da mahzun ayrılmıştı. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) etrafında gördüğü düşmanlıklara, yalanlamalara ve iftiralara aldırmadan bu dinin bu davanın ipini göğüslemiş  ve “Güneşi sağ elime, ayı da sol elime verseler, ben yine bu dinden, bu tebliğden vazgeçmem. Ya Allah, bu dini hakim kılar, yahut ben bu uğurda canımı veririm.”  diyerek üzerine almış olduğu emanetten, İslam davasından asla vazgeçmemişti.  

Bu sıkıntılı süreçte Efendimiz'e (s.a.v.)  rabbinin ayetlerinin bir kısmını göstermek, daha azimli daha sebatkar ve metin olmasını sağlamak için tam bu noktada rabbimizin bir rahmeti, tesellisi, sen sahipsiz değilsin mesajı, davet yolundaki daralmaya karşı bir ferahlama, tefekkür, tezekkür olarak tertipleniyor miraç hadisesi…Bir ödül töreni, teselli, mükafat oluyor.

Miraç hadisesinin iki aşaması vardır. Birinci aşamada Hz. Peygamber (s.a.v) Mescidül-Haram'dan Beytü'l-Makdis'e (Kudüs) götürülür. Kur'an'ın andığı bu aşama, gece yürüyüşü anlamında 'İsra' adını alır. Allah Teala Kuran-ı Kerim'de İsra suresinde : “Gecenin bir bölümünde, bazı delillerimizi kendisine göstermek için kulu Muhammed’i Mescid-i Haram’dan, çevresini bereketli kıldığımız Mescid-i aksa’ya götüren Allah yücelerden yücedir. Şüphesiz O hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” buyurmaktadır. İkinci aşamayı ise Hz. Peygamber (s.a.v)'in Beytü'l-Makdis'ten Allah'a (c.c.)  yükselişi oluşturur ki bu da Miraç'tır. Bu olağanüstü yolculukta Allah Rasulu’ne Cebrail (a.s.) eşlik etmiş, gök kapıları açılmış, bazı peygamberlerle görüşmüş, ulaşılabilecek en üst noktaya ulaşmıştı. 

Peygamberimiz (s.a.v.) Miraç'tan müjdelerle ümmetine dönmüştür: Miraç hediyesi olarak Efendimiz'in (s.a.v.) getirdiği müjdelerden ilki, beş vakit namaz, aynı zamanda müminin miracı sayılmıştır. Diğeri ise, Allah’a  (c.c.) ortak koşmayanların bağışlanacağı müjdesidir.  Üçüncü müjde Amenerrasülü diye meşhur olan  Bakara suresinin sonundaki üç ayet ki, İslam’ın temel inanç esaslarını tamamlamakta ve müslümanların çektiği üzüntü ve sıkıntıların sona erdiği müjdelenmektedir.
Peki Miraç olayı ile bize anlatılmak istenen ne? Bu hadisenin bizdeki izi ne olmalı? Kulun miracı anlayabilmesi için önce kendi nefsinde imani bir yükselişi gerçekleştirmesi gerekir. Müminin imanıyla yücelmesi, yüksek mertebelere ulaşması, İslam’ın insana kazandırdığı ahlaki ve imani değerlerle donanması onun için bir miraçtır.  Miraç, özelde Resulullah’a, genelde bütün Müminlere her zorluktan sonra bir kolaylığın, her üzüntüden sonra bir sevincin olacağını müjdelemektedir. Rasul-ü Ekrem, sema kapılarını kulluk anahtarıyla açmıştır, açık bırakmıştır. Yani bize demiştir ki, kulluğunuzla o makamlara derecelere ulaşabilirsiniz. Allah’ın bizi kendisine perdesiz, aracısız muhatap kıldığı makam namazdır. Diğer bir ifadeyle bizim miracımız namazımızdır. Namazımız öbür alemde bize miraç olarak dönecektir. Kulluğumuz ne seviyede ise miracımız da manevi yükselişimiz de o seviyede olacaktır. Dolayısıyla her şeyde Hakk’ın rızasını gözetmeliyiz. Her şeyde O’nu görmeli, O’nu duymalı, O’nu soluklamalıyız. Hiçbir zaman O’nu hatırdan, gönülden çıkartmamalıyız.

İsra Suresi ile bize anlatılan ilkeler de her dönem ve her coğrafyadaki toplumlar için ideal prensiplerdir. Mükemmel bir toplum, ancak bu ilkelere sarıldığında gerçekleşmiş olacaktır; Yalnızca Allaha kulluk etmek, anne-babaya iyilik etmek, güzel muamelede bulunmak, yakınlara, yoksullara ve yolda kalmışlara yardım etmek, malını harcarken orta yol içinde olmak ne israf etmek ne de cimrilik etmek, ölçü ve tartıda dürüst olmak, mesleği ne olursa olsun kul hakkına riayet ederek İslam ahlakı içinde yapmak, verilen sözü yerine getirmek…

Bizler bu mübarek Miraç Kandili aydınlığını fırsat bilerek, çeşitli sebeplerle lekelenen kalplerimizi önce tevbe ve istiğfar ile temizleyelim. Bu mübarek gecede müminlerin miracı olan namazı bolca kılalım. Miraç'ın önemli sonuçlarından biri olan Bakara suresinin son iki ayetini (Amenerrasulü)’yü okuyarak ne anlam ifade ettiğini düşünelim. Aramızdaki dargınlık ve kırgınlıkları ortadan kaldırarak;  "Müminler ancak kardeştirler." ayetine uyalım.

Miraç kandilimizin bütün  İslam aleminin birlik, dirlik ve beraberliğine; insanlığın hidayetine; adalet, huzur ve barışın teminine vesile olmasını  Cenab-ı Hak’tan niyaz ediyorum. Rabbim bizleri bu günü ve geceyi akabinde bütün ömrünü ihya edebilenlerden, dünya hayatının sonunda miracı yaşayanlardan eylesin inşallah. Hayırlı kandiller dilerim….